top of page

"Film direkt olarak bizlerin bilincine hitap ediyor"

A. Beyza Lezgioğlu; “Filmde kullanılan yöntem toplumu manipüle edebilecek bir tıynette değil”



Henüz ilk iki bölümü yayınlanmasına rağmen toplum tarafından büyük ilgi gören ‘Sessiz İstila’ kısa film serisi aynı süre zarfında sosyal medya platformlarından tepki toplamaya devam ediyor. Türkiye’deki düzensiz göçmen meselesini irdeleyerek mizahi yönden eleştirisini sağlayan içerikte, bu sürecin devam etmesi halinde Türkiye’nin olası geleceğinden bahsedilmiş. İçerikte yer alan olası alt metinlere dikkat çeken Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümü mezunu Ayşen Beyza Lezgioğlu, oluşturulan içerik üzerinden mevcut sorunlar hakkında değerlendirmelerde bulundu. Düzensiz göçmen meselesinin boyutları ve olası ihtimalleri hakkında bilgi veren Ayşen Beyza Lezgioğlu, var olan durumu tarihten örnekleri ile izah etti. Ayşen Beyza Lezgioğlu; “Filmde kullanılan yöntem; ayrıştırıcı değil, toplumun sinir uçlarına basıp istenmeyen toplu şiddet olaylarına yol açabilecek, toplumu manipüle edebilecek bir tıynette değil. Bu açıdan, film direkt olarak bizlerin bilincine hitap ediyor, izleyiciyi uyararak çok geç olmadan, ülke sonradan geri döndürülemeyecek hasarlar almadan gerekli önlemlerin alınması için tüm vatandaşlarımızın çaba sarf etmesi gerektiği algısını işliyor.” şeklinde konuştu.


“Ülkenin geleceği hakkında çıkarımlar yapılmış”


Sessiz İstila içeriğinin işlenişi bakımından fikirlerini dile getiren A. Beyza Lezgioğlu, yapılan çıkarımlara dikkat çekti. A. Beyza Lezgioğlu; “Son günlerde sosyal medya gündeminde yer alan ‘Sessiz İstila’ serisi hakkında öncelikle projeyi iyi niyetli bir iş olarak gördüğümü söylemeliyim. Bunu en baştan belirtiyorum çünkü en ufak yurtsever bir sözcüğü, bir cümleyi aşırı sağcılıkla, Faşizmle hatta Nazizm ile ilişkilendirmeye hevesli bir azınlık bulunuyor ülkede. Azınlıklar buna eminiz fakat sesleri çok çıkıyor. Zaten bence amaçları da bu yönde bir kakofoni oluşturmak. Öyle ki bu anlamsız gürültüde ve yaftalanma korkusuyla insanlar, ülkelerinin ele geçirilmesine ve dönüştürülmesine ses çıkaramasın. Birinci filmde gösterildiği gibi daha kısıtlı bir bağlamda gerçekleşmiş olanın zaman ilerledikçe hatta duruma müdahale edilmedikçe kötüleşeceğine dair ülkenin geleceği hakkında çıkarımlar yapılmış. Sosyal medya platformlarında yapılan yorumlara bakıldığında ise bu çıkarımların birer komplo teorisi veya abartı gibi gören insanlar mevcut. Elbette ki Sessiz İstila projesi verilmek istenen mesajın vuruculuğu arttırmak adına bazı hususları egzajere etmiş fakat yirmi sene değil elli, altmış sene sonra filmde gösterilenin yaşanmayacağını da kimse iddia edemez. Milletçe ‘wishful thinking’ yani hüsn-ü kuruntudan vazgeçmemiz ve kendimize gelmemiz gerektiğini düşünüyorum. Tüm politik ve kültürel anlaşmazlıklarımızı bırakarak cumhuriyetimize ve ülkemize sahip çıkmamız gerekiyor. Sessiz İstila projesi de buna dikkat çekmeye çalışmış ve bence çarpıcı da olmuş.” dedi.


“TRT’nin tarihi dizilerinin de bir parodisi olarak kurgulanmış”


Sessiz İstila serisinin olası alt metinlerine dikkat çeken A. Beyza Lezgioğlu, proje içeriğiyle toplumda oluşturulmak istenen bilinci dile getirdi. A. Beyza Lezgioğlu; “Yapılan projeyle topluma aktarılmak istenen mesajın herkesin silkinip kendisine gelmesi gerektiği yönünde olduğunu düşünüyorum. Filmde siyasi görüşü, kültürel kampı, etnik kimliği, dini inancı fark etmeksizin Atatürk’ün sivil vatanperverlik anlayışına dayanan bir sınıflandırmayla Türk olan, bu vatanın evladı olan herkesin ülkesine, diline, egemenliğine sahip çıkması gerektiğine dair bir mesaj veriliyor. Filmde kullanılan yöntem; ayrıştırıcı değil, toplumun sinir uçlarına basıp istenmeyen toplu şiddet olaylarına yol açabilecek, toplumu manipüle edebilecek bir tıynette değil. Bu açıdan, film direkt olarak bizlerin bilincine hitap ediyor, izleyiciyi uyararak çok geç olmadan, ülke sonradan geri döndürülemeyecek hasarlar almadan gerekli önlemlerin alınması için tüm vatandaşlarımızın çaba sarf etmesi gerektiği algısını işliyor. İkinci film birinciye nazaran daha mizahi ögelerle bezeli, anladığım kadarıyla TRT’nin tarihi dizilerinin de bir parodisi olarak kurgulanmış. O da eğlenceli olmuş.” ifadelerini kullandı.


“Mültecilere karşı olan yaklaşımları düşününce milletimiz gerçekten çok merhametli davranıyor”


Gündemde yer alan mülteci karşıtı söylemlerin gün geçtikçe güçlenmesine dair düşüncelerini ifade eden A. Beyza Lezgioğlu; “Mültecilere karşı olan yaklaşımları düşününce milletimiz gerçekten çok merhametli davranıyor. Fakat bu noktada Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de ‘vatan savunmasında fazla merhamet vatana ihanettir’ diye bir sözü vardır onu hatırlatmak isterim. Maalesef ki milletimizde de bu merhametin dozajı artık vatana ihanet seviyesine geliyor. Her şeyde bir Avrupa örneği veriyoruz bu konuda da verelim. Sonuç olarak 17. yüzyıla dayanan bir Batılılaşma pratiğimiz var. Şimdi Fransa’yı düşünün sınırlarını tamamen açmış, Arap’ı, Afgan’ı, Bulgar’ı akın akın sınırlardan katırlarla geçiyorlar. Fransa’nın güneyinde her doğan dört çocuğun biri Arap. Toplam nüfusun yüzde onu düzensiz göçle gelen sığınmacılar olmuş, büyük bir hızla da vatandaşlık dağıtılıyor ve seçimlerde oy kullanabilecek hale gelecekler. Ne kadar absürd bir durum değil mi? Peki sizce Fransız halkı buna susar mı? Fransız halkına ve Fransa’ya böyle bir ihaneti yapabilirler mi? Yüzde 95 yapamazlar diyecektir. Bize niye yapabiliyorlar çünkü ulusal bilincimizde sıkıntı var. Kendimizi hala müstakil, yetkin, büyük bir ulus olarak kafamızda konumlandıramıyoruz. Halbuki Fransız’a yapılamıyorsa Türk’e de yapılamaması lazım. Nazım Hikmet’in ‘23 Sentlik Askere Dair’ şiiri ‘her millet gibi büyük Türk milleti’ diye biter. Burada da aynen öyle olmalı, bunu Türk halkı olarak kendi kafamızda içselleştirmeliyiz.” şeklinde konuştu.


“Halkın her an tetikte olması, ses çıkarması gerekiyor”


Düzensiz göçmen meselesinde toplum üzerindeki farkındalığı arttırmaya yönelik yapılabilecek çalışmalardan bahseden A. Beyza Lezgioğlu; “Düzensiz göçmen meselesinde kamuoyunu doğru yönlendirmek bence büyük bir sivil toplum işidir. Ama maalesef bizde sivil toplumun bağımsız olamadığı da bir gerçek. Dünyada da tamamen bağımsız sivil toplum oluşumlarından söz etmek mümkün değil ama bizde milli meseleleri dert edinen sivil toplum maalesef ki yok. Özellikle Avrupa ile masum olmayan ilişkiler ağına bir şekilde neredeyse hepsi bulaşmış durumda. Hal böyle olunca da iş siyasi partilere kalıyor. Bu da siyasi ayrılıkları körüklüyor, muhalefet ve iktidar grubu olarak ortaya iki kamp çıkmış oluyor, insanlar bütünleşemiyor. Halbuki böyle bir konuda tamamen partiler üstü ve objektif bir program yürütülmesi gerekir. Çok çok hassas bir konu mesela Vatan Mitingi gibi herkesin sembol olarak sadece Türk Bayrağı taşıyabileceği büyük bir miting yapılsa eminim katılım da çok yüksek olur. Fakat haklı olarak kitlesel şiddet hareketlerini böyle şeylerin körüklemesinden de korkuluyor. Ben yine toplumun dikkatini çekmek adına en uygun yolun sosyal medya yoluyla halka durumun sürekli hatırlatılması, yetkilileri aksiyon almaya zorlamak için Twitter taglerine başvurulması gibi medyatik eylemlerin olduğunu düşünüyorum. Bu süreçte gösterilen çabaların hiçbir sonuç vermediği de söylenemez, epeyi tepki uyandırıldı ve gruplar halinde sınır dışı edilen pek çok kaçak göçmen de oldu. Yani halkın her an tetikte olması, ses çıkarması gerekiyor.” dedi.


“Kendi tarihimizden en ufak bir ders çıkaramıyoruz”


Projede yer alan sözde geleceğin olasılıklarına dair değerlendirmelerde bulunan A. Beyza Lezgioğlu; “Sessiz İstila projesinde tabi ki vuruculuğu arttırmak adına egzajere edilmiş hususlar var. Söz konusu gösterilen geleceğin yirmi sene için abartılı bulabilirsiniz fakat yirmi senenin sonuçlarını doğuran hiçbir şeyi değiştirmezseniz de altmışıncı, yüzüncü senede filmde gösterilen hale dönmeyeceğinin bir garantisi yok. Türklerin Araplar karşısında asimile olması, olmaya başlaması sürpriz bir olay değil. Osmanlı’da bunun çok örneklerini gördük. Mesela Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı adlı eserini okumayan Türk kalmamalı, bu kadar net söylüyorum. Orada Atay der ki ‘Osmanlı’da bürokrasi tam Arap yahut yarı-Arap’tır’. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e de az rast geldiğini ekler. Milletçe tarihe çok ilgili olduğumuzu söylüyoruz fakat kendi tarihimizden en ufak bir ders çıkaramıyoruz. Tarihten önemli şahsiyetlerimizin, kurucu babalarımızın önerilerine, uyarılarına bile kulak asmıyoruz. Varsa yoksa kof bir hamaset, geride kalmış yüz yıllardan devşirdiğimiz altı boş gurur… Pragmatik, bugünü dönüştürebilecek ve yanlışlardan koruyacak hiçbir analoji kuramıyoruz. Temelde bunun değişmesi lazım. Milli bilincimiz üzerinde çalışmalıyız, bu da ancak hakiki bir milli eğitim ile olur.” şeklinde konuştu.


“Bu ülke binlerce yıldır Türk yurdudur ve umuyorum ki öyle de kalacaktır”


Günümüzde bahsi geçen durumların tarihte farklı yerlerde benzer şekillerde yaşanmış olduğunu dile getiren A. Beyza Lezgioğlu, örnekleri ile anlatarak günümüzde yaşananlara dikkat çekti. A. Beyza Lezgioğlu; “Tarihe baktığımızda günümüze dair ortak meseleler Türkiye’de de gözlemlenebilir. Osmanlı sonuç olarak bir imparatorluktu ve başlarda avantajına olan çok milletliliği, modern dönemde onu iflasa sürükledi. Fakat ben daha geniş Türk tarihinden de bir örnek vereyim. Gazneliler, 963 yılında Alp Tekin tarafından Afganistan’da kuruluyor, Gazneli Mahmut en başarılı ve bilinen hükümdarıdır bilirsiniz. Gazne İmparatorluğu’nda da bin benzemezin bir araya geldiği diyebileceğimiz, çok milletli bir demografi var ki şu anda da o bölgede yine bu sebepten sürekli etnik problemler yaşanıyor. İkinci yüzyıla geldiğimizde Gazneliler bir zayıflama sürecinde, 1040 yılında da Selçuklularla yaptıkları Dandanakan Savaşı’nı kaybedip Hindistan’a çekiliyorlar. Bu zayıflığı değerlendiren Afgan kökenli Gurlular harekete geçip 1187’de Gazneliler’i yıkmayı başarıp bölgede hakimiyet kuruyorlar. Yani demem o ki çok milletlik, egemenlik sınırları içinde devlet gücünü tehdit edip devlet olabilecek ya da devlet gücüne ortak olabilecek ayrılıkçılığa müsait bir durumda. Farklı milletlerin sayıca fazla ve düzensiz olarak bulunması, her zaman ve her durumda birer tehlikedir. Ben bunu tabi ki topyekûn göçmen karşıtlığı olarak söylemiyorum insanlar belgeleriyle prosedüre uyarak başvurular yaparlar, devlet bunun kontrolünü yapar uygun gördüğüne, bu ülkeye ve kültürüne uyum sağlayabilecek donanımdaki insana çalışma veya oturma izni verir bundan bahsetmiyorum. Öyle ki bu insanlar da milyonlarca olmaz zaten. Ancak birkaç bin insan bu şekilde kabul edilir. Bizim şu an karşılaştığımız şey bu değil. Gelen insanlar da mülteci değiller. Bu açık sınır politikası sonucu hiçbir denetim olmaksızın ülkeye dolan vasıfsız iş gücüdür. Tamamen farklı kültürlerden gelip ülkenin demografik yapısını ve kültürel uyumunu bozacak kapasite ve sayıda genç erkeğin ülkeye dolmasından bahsediyoruz. Bu bizim kucağımızda bulduğumuz bir sorundur. Nüfusunun yüzde 10’unu sığınmacının oluşturduğu bir ülkenin ne kurumlarının ne ekonomisinin ne de toplumunun sağlıklı olma şansı yoktur. Bunu görmek için Lübnan ve Ürdün örneklerine bakmak yeter de artar bile. Bu durumda gerçekten ülkemize sahip çıkmamız gerekiyor. Bu ülke binlerce yıldır Türk yurdudur ve umuyorum ki öyle de kalacaktır.” şeklinde konuştu.




Muhabir: Meryem Türk



bottom of page